Birinin aslında berbat giden hayatı bir
başkasının imrendiği bir hayat olabilir mi? Olur… Dışarıdan görünenle içeride
yaşananın çelişkisidir bu. Hep sağlam, mutlu, huzurlu, sıkıntısız görünmeye çalışırız.
Oysa ki içimizde kopan fırtınanın, derdin, tasanın haddi hesabı yoktur.
Facebook’ta en güzel fotoğraflarımızı paylaşırız; sevgilimizle romantik bir
yemekte gün batımını izlerken ya da tatilde güneşlenirken poz veririz tribünlere.
“Mutluluk” pozu… Herşey mükemmeldir bizim için; imrenilesidir hayatımız. Öyle
olmasını isteriz. Amerika’da yapılan bir araştırmada Facebook’un insanları
mutsuz ettiği sonucu çıkmış. Neden? Çünkü Facebook’ta herkes
"mutluluk" anlarını paylaşıyor. Eşin-dostun, arkadaşın hayatını gözetleyip sonra dönüp bir de kendimize bakıyoruz.
Onlar tatil fotoğraflarını paylaşırken biz gece-gündüz çalışıyor ya da
sevgilileriyle romantik yemekler yerken biz gidenin ardından ağlıyoruz
belki… Neden ben diyoruz. Demiyor muyuz? Diyoruz. Başarı kriterimizi başkalarının
hayatına göre belirliyoruz. Madem onlar mutlu ben de mutlu görüneyim bari deyip
bir “mutluluk" pozu da biz verip koyuyoruz Facebook’a. Hayatımız berbat
gitse de başkaları iyi bilsin; sonra o başkaları da bize imrensin, özensin
istiyoruz. Bizim hayatımız nasıl olursa olsun yeter ki başkaları üzerinde bıraktığı
algı süper olsun. Paylaştıkça paylaşıyor, kendi mutluluğumuzla başkalarını
mutsuz edip; başkalarının mutluluğuna içten içe üzülüyoruz. Peki o zaman kim
mutlu; kim mutsuz, bilen var mı? Ya da mutluluk nedir? İçinde mi yoksa bir başkasının
hayatında mı saklı senin mutluluğun? Ey insan evladı! Bırak kim ne yerse, ne
giyerse, nereye giderse gitsin. Mutlululuğunu da mutsuzluğunu da içinde yaşa.
Yarışmak yorar insanı. Öz’üne dön ve önce kendini sevmeyi bil. Kendini seversen
umrunda olmaz bir başkasının hayatı. Kendi mutluluğunun resmini kendin çiz;
sonra da as duvarına seyreyle.