Hayat koşuşturmacası içinde kendimizi giderek yok
ettiğimizi gören modern zaman tüccarları bunu fırsat bilip yeni moda kişisel
gelişim kitaplarını anında piyasaya sürdüler. Hepsinde temel konu aynı; “an’ını
yakala.” Kimisi buna Carpe Diem; kimisi Osho’dan hareketle “farkındalık” diyor.
Yapacağın şey şu; ne geçmişe takılıp kalacaksın, ne de yarının için karalar
bağlayacaksın; bugün’de, an’da, şimdi’de yaşayacaksın. Peki ne kadar mümkün
bunu başarmak? Osho, kitaplarında şunun altını çizer; “asla vazgeçme ve an’ını
yakalamayı kaçırdığında kendini suçlama; yeniden ve yeniden dene.” Ve ben de
Osho’ya cevaben diyorum ki; “sıkıysa yakala”… Olmuyor çünkü; ya da daha doğrusu
ben başaramıyorum. Ne zaman an’ın tadını çıkarayım desem, ya geçmişte yediğim
kazıklara; ya da gelecek planlarıma takılıp çuvallıyorum. “Aman da kuşlar ne
güzel de cik cik ötermiş; çiçekler de mis kokarmış” demek bir noktadan sonra
bayıyor insanı ve o baygınlıkla yine sazı elime alıp takılıyorum geçmişle
gelecek arasında kendi kafama göre… Hadi diyelim yakaladık an’ımızı; hayatın
bedenimizde ve ruhumuzda açtığı ne kadar acı varsa hepsi “an” denilen yerde
kapı gibi dikilmiyor mu karşımıza? Stresten başa giren ağrı, cayır cayır yanan
mide, kaskatı kesilmiş bir boyun...
Her yakaladığın an’dan da iyi birşey çıkmıyor ki… Böyle durumlarda
yakalasam da durmuyorum, duramıyorum… Ve diyorum ki! Ey modern çağın bir o yana
bir bu yana savrulan, ne yapacağını bilemez hale gelmiş insanı; an’ını
yakalamışsın, yakalamamışsın o kadar da dert değil… Boşveeeer!