İnsan ömrü çekiştirile çekiştirile bayağı bir uzadı.
Büyük büyük babalarımız 40’lı yaşlarda “hadi eyvellah” deyip terk-i diyar
ederlerken; şimdilerde dalya diyemeyene “erken gitti” diye üzülüyoruz. İyi,
güzel, hoş da uzun yaşayınca başımız göğe mi eriyor? 90 yaşına gelmişim, yüzüm
dünya haritası gibi, ellerim tir tir titriyor, göz görmüyor, kalp, şeker,
tansiyon gırla… Biraz şanslıysam Alzheimer’a yakalanmamışım… Bu tablo bile
“yandım anammm” deyip kaçmaya yeter. Bunun makulu, makbulü nedir bilemem; karar
mercii değilim tabii... İnsan evladına bıraksan ne versen alır; istemem demez.
Doyumsuzuz biz; hep yapacağımız birşeyler, göreceğimiz günler var. Aman şunu da
bir göreyim; onu da bir yapayım deriz; ama ucu bucağı yoktur yapıp
göreceklerimizin; bitmez, bitemez.
İnsan ömrü uzadı uzamasına da bu sefer de yeni
yaptırımlarıyla biniverdi tepemize. Şimdi de hem uzun hem sağlıklı yaşayalım diye
kendimize yüklendikçe yükleniyoruz. İş yerinde yorgunluktan canımız çıkmışken sağlıklı kalalım diye koştur koştur spor salonlarına gidiyoruz. Sağlıklı
beslenme bilinci edinip brokoli, karnabahar, pırasa, kereviz yiyoruz. Kozmetik
reklamlarını pür dikkat seyredip, ağzımız, yüzümüz gergin kalsın diye çuval
çuval para harcıyoruz. O da yetmezse, botoks, hadi o da yetmezse kalçamızdan
yağ aldırıp yüzümüze enjekte ettiriyoruz. Ömrümüze ömür katılırken; genç de
olalım istiyoruz. Ne yardan ne serden vazgeçiyoruz. İnim inim inleyerek gerim
gerim geriliyoruz. Upuzun ömrümüzde kocamızla aynı yastıkta kocayalım diye
beynimiz yerine oramızı buramızı dolduruyoruz… Ve yaşama güdüsü, yaşlanma
korkusuyla el ele vermiş Freddy’nin Kabusu gibi üstümüze üstümüze gelirken,
ellerimizi havaya kaldırıp çaresizce teslim oluyoruz.
Sağlıklı mıyız? Kesinlikle hayır.