Kitaplarıma olan saplantılı aşkımı bilen bilir.
Yıllar yılı kütüphane memuru titizliğiyle onları gözüm gibi korudum. Ödünç
vermek mi? Asla! Bilirim ki bu ülkede birine ödünç kitap vermek demek “o kitabı
unut!” anlamına gelmektedir. Kitaplarım söz konusuysa bencilliğim tavan yapar.
İsteyin; ben size gider en yenisinden, en taze kokanından alırım; benimkileri
vermem. Huyum kurusun; ama böyle… Ve sakın korkmayın bibliyoman değilim.
Kitaplarıma bu kadar düşkünken, hayat koşulları
nedeniyle onlarla yollarımın sık sık ayrı düşmesi ise tam bir ironi. Uzun süre
yerleşik hayata geçemeyip bir o yana bir bu yana savrulunca benim kitaplar
yıllar yılı baba evinde beni bekledi. Birkaç kuramsal kitap ve “Dünyanın En
Güzel Arabistanı” (Turgut Uyar) yıllarca sadık yol arkadaşlarım oldu. Gittiğim
yerlerden de hep yeni kitaplarla döndüm… Ve en nihayetinde üç sene önce
kitaplarım bana kavuştu; ben de onlara… Önce en alasından yıllardır hayalini
kurduğum kütüphaneyi yaptırdım onlara… Bir boydan bir boya… Bir uçtan bir uca…
Misler gibi kokladım, sıra sıra dizdim. Romanlar, oyunlar, hikayeler, kuramsal
çalışmalar… Gelin görün ki; bu beraberliğimiz de çok uzun sürmedi. Onlar
bensiz, ben onlarsız kaldık mı yine böyle! Her gittiğim yere taşımam zor. Ara
sıra ziyaretlerine gidiyorum; çok durmuyorum yanlarında, duygusala bağlamayayım
diye şöyle bir bakıp çıkıyorum. Biliyorum ki güvendeler…. Ve biliyorum ki
kavuşacağız yine… Vuslat ne zaman bilinmez; ama o ana kadar sabırla beklemeye
devam.