Hayat kimi zaman, zaman zaman, hatta çoğu zaman
sıkıcı, boğucu, çok yorucu, saçmasapan bir yolculuk… Bu saçmasapanlıkta aklı
selim kalmayı başarıyor, kahkahalarımızla odaları çınlatıp, huzurla iç
geçiriyorsak “ilaç gibi gelenler” sayesindedir. İlaç gibi gelen dost, sevgili,
eş, anne, baba, kardeş… “İlaç gibi geldin bana, çok yaşa emi!” derken buluruz
kendimizi çoğu zaman… En kötü, en çaresiz hissettiğimiz anlarda, gözyaşlarımız
akmasın diye boğazımız düğüm düğümlendiğinde bir kapsül dost sohbeti, bir kaşık
sevgili şefkati şifamız olur. Ağlarken gülmeye başlar, tünelin ucundaki ışığı
görüveririz birden. Yan etkisiz, prospektüssüz, reçetesiz ilaçlardır onlar.
Passiflora etkisi yapar, içimizdeki fırtınayı yatıştırıp mışıl mışıl uyumamıza
yardımcı olurlar. Biliriz ki ecza dolabımızda hazır olarak beklemektedirler
bizi; bir telefonumuz yeter. “İyi değilim” dememize fırsat vermeden “sesin kötü
geliyor” derler. Sessizliğimize de ortak olmayı bilirler; saatler süren
anlamsız konuşmalarımıza da… Ve hep en çok sevdiklerimizdir onlar.
“İlaç gibi gelenler” olmasa çekilir mi şu hayat!